Komünist müzisyen Ziyad Rahbani’nin ardından

Komünist müzisyen Ziyad Rahbani’nin ardından

Lübnan, Filistin davasının ve komünizmin yılmaz neferi Corç Abdullah’a yeni kavuşmuşken, bu kutlu mücadeleye ezgileriyle ruh üfleyen Ziyad Rahbani’nin ölümüyle yeniden hüzne boğuldu. Lübnan Komünist Partisi üyesi, hatta LKP’nin marşını bile yazan, sanatıyla olduğu kadar Filistin direnişi ve sosyalizm davasına koşulsuz desteğiyle tanınan Rahbani, Abdullah’ın Lübnan’a ayak basmasından bir gün sonra yaşamını yitirdi. Lübnan halkı, Beyrut’un her yerinde Rahbani’nin resimlerini sergileyerek, şarkılarını çalarak, nihayet cenaze merasimine müthiş bir kitleyle katılarak yitirdikleri evlatlarına sevgi gösterisinde bulundu.       

Sahnelerin haşarı çocuğundan komünist sanatçıya

Rahbani, Lübnan’ın yetiştirdiği en büyük şöhretlerden efsane şarkıcı Feyruz ve onun sahne ve hayat arkadaşı bestekâr Atassi Rahbani’nin oğlu olarak dünyaya geldi. Ziyad’ın sanat dünyasına ilk adım atışı da aile içinde, anne-babasının sahneye koyduğu bir müzikal tiyatro gösterisine yazdığı Saaluni el Nas (Bana Sordular) şarkısıyla başladı. Şarkı, sahneye çıkması beklenen, ancak ciddi bir beyin rahatsızlığı sonucu sahne alamayan Atassi Rahbani’yi Feyruz’un oynadığı karakterin ağzından yâd ederek seyirciden bu hem dokunaklı, hem mizahî yolla özür diliyordu. Bu formülü Ziyad’ın amcası Mansur Rahbani düşünmüş, güfteyi yapmış, haşarı yeğeninden de son anda bestelemesini istemişti. Ziyad’ın 17 yaşında yaptığı bu ilk bestesi, zamanla Feyruz’un en ünlü şarkıları arasında yer alacaktı.

Cihan Harbi sonrası Suriye ve Lübnan’ı sömürgeleştiren Fransa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yükselen bağımsızlık dalgası içinde bu sömürgelerini yitirmiş, fakat Lübnan’dan çekilirken Katolik kilisesi üzerinden özel bir ilişki kurduğu Marunî cemaatini ülke yönetimine memur etmişti. Oy verme hakkından medenî haklara her şey, mezheplere ayrılmış Lübnan halkı içinde Marunî cemaatine ayrıcalık tanıyacak şekilde tasarlanmıştı. Ziyad’ın annesi Feyruz, 1915 soykırımından kaçan Mardinli Süryani bir babanın ve Marunî bir annenin kızı olarak yetişmiş, sonradan Atassi ile evlenebilmek için Rum Ortodoks cemaatine geçmişti.

Feyruz ve Atassi çifti, Lübnan’ın ayrıcalıklı cemaat ve sınıflarına mensup olmalarına rağmen ilerici tavırlarıyla biliniyordu. Sahneye koydukları müzikallerde Lübnan’ın ataerkil yapısını zorlayan temalar işliyor, bilhassa İsrail’in Arap ülkelerini yenerek Gazze, Sina Yarımadası ve Batı Şeria’yı işgal ettiği 1967 yenilgisinden sonra Filistin davasına sahip çıkan şarkılar yazıyorlardı. Bütün bunlar, ülke yönetimini ellerinde bulunduran mezhepçi, gerici burjuva yönetimine ters düşen tavırlardı. Ancak Atassi-Mansur Rahbani kardeşlerin, sonra da giderek artan biçimde Ziyad’ın bestelediği, Feyruz’un seslendirdiği şarkılar, bütün Arap radyo istasyonlarında yayımlanıyor, aileyi Lübnan’ın gözdesi hâline getiriyordu. Bu durum, aileyi Lübnan devleti ve hâkim sınıflarının hışmından koruyordu.

1960 ve 70’li yıllar, tüm dünyada olduğu gibi Arap dünyasının da devrimci dalgalarla sarsıldığı yıllardı. Lübnan siyaseti de gerici, mezhepçi, genelde Marunî cemaati mensubu sağ siyaset ile Lübnan Komünist Partisi, Nasırcılığın muhtelif biçimleri vb. laik sol siyaset arasında bölünmüş hâldeydi. 1970 yılına kadar Ürdün’ü merkez üs belleyen Filistin Kurtuluş Örgütü de kendi gerillalarıyla İsrail uşağı Ürdün kralı ve devletinin güçleri arasında yaşanan kanlı bir çatışma sonrası Lübnan’ın güneyine taşınıyordu. Bu durum, bir yandan Lübnan’ın mezhepçi yapısını ortadan kaldırmak isteyen sola taze kan veriyor, fakat öbür yandan yönetimin ellerinden kayıp gitmekte olduğundan korkan Marunîleri daha da kızdırıyordu.

Dolayısıyla 1970’lerin başından itibaren sağcı Marunîler, daha sonra İsrail’le el ele verip (adını Franco’nun faşist örgütünden alan) Falanj örgütü yoluyla hem ülkenin güneyinde yer alan Filistinli mülteci kamplarına ve direniş örgütlerine, hem de ülkenin diğer cemaatlerine saldırmaya başladı. Bu durum, genç Ziyad’ı anne-babasının ilericiliğinin ötesine geçmesine, komünistleşmesine yol açtı. 1976 yılında Lübnan’ı işgal eden Suriye’nin ve Falanj örgütünün istihbaratları, Feyruz-Atassi çiftinin evinde buluştular. Genç Ziyad, bu görüşmeyi gizlice kaydedip kaydı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne verdi. Aynı yıl, faşist örgüt Falanj’ın Tal el Zaatar kampında 1500 sivil Filistinli’yi katletmesi üzerine, risklere kulak asmadan, aile evini bırakıp yoksul Müslüman mahallelerinden birine taşındı. Daha sonra da LKP’ye üye oldu.

Lübnan İç Savaşı’nın ortasında, 1985’te yayınladığı Ene Mış Kâfir (yani Ben Kâfir Değilim) albümü, Ziyad Rahbani’nin siyasi tutumunu müthiş bir mizahla harmanlayarak ortaya koyar. Albüme ismini veren şarkı, ülkeyi yakıp kavuran gerici, mezhepçi iç savaşa bir tepkidir: “Ben kâfir değilim, ama açlık kâfir!”. El-Nizam şarkısı ise mizahî, ama açık bir devrimci çağrıdır: “Düzen işlemiyorsa düzeni değiştirelim!”. Albümün son şarkısı el-Mukaveme el- Vataniyye el-Lübnaniyye ise politikacıların hamasetine, aydınların ikiyüzlülüğüne karşı Filistin davasına sonuna kadar sahip çıkan, bugün de geçerliliğini koruyan bir çağrıdır: “Güney ayaktaysa halkı sayesinde!”.

Ziyad Rahbani, ömrünün sonuna kadar, kimi zaman kendi halkının kimi kısmının ağır tepkilerine rağmen, bu ilkeli, anti-emperyalist, anti-Siyonist, sosyalist çizgisini korudu. Lübnan gibi bir ülkede bu tavrı koruyabilmek çok zor. Ne demek istediğimizi iki örnekle açıklayalım.

Rahbani, Suriye’ye emperyalist müdahaleye karşı çıktığı için Esad sevicilikle suçlandı. Hafız el-Esad’ın vaktiyle Lübnan’ı işgal ettiği düşünülürse, Lübnan’da bu ithamın ağırlığı daha iyi anlaşılır. Bu işgalin yarattığı utanç, ülkenin belli bir kesiminin Ziyad’ınki gibi bir tavra diş bilemesine yol açacaktır.

Keza canlı yayında Lübnan Hizbullahı’nın tarihî lideri Hasan Nasrallah hakkında siyasetini ve ideolojisini değil, ancak direniş yöntemini takdir ettiğini söylediğinde de müthiş tepki aldı. Lübnan’da 25 yıl sürmüş kanlı iç savaş, esasında İsrail’e direniş, ülkenin mezhepçi yönetiminin sökülüp atılması vb. hayatî siyasî meseleler üzerine verilmiş olsa da, özellikle İsrail güdümlü Marunî ve Suudi destekli Sünni örgütlerin mezhepçi propagandasıyla hızla sanki mezhepler arası bir çatışmaymış görüntüsü almıştır. Hizbullah da bu ortam içinde sivrilmiş, 1980’lerden beri İsrail’e karşı direnişte müthiş kahramanlıklar göstererek ilerici bir rol oynamış, ancak nihayet kendi de mezhep temelli (Şii) ve gerici bir program ve ideolojiye sahip bir örgüttür. (Buradan sosyalistler İsrail’e karşı Hizbullah’ı desteklememeli sonucu asla çıkmaz. Rahbani de sözlerinde bu tavrı ortaya koyuyor zaten.) Bilhassa Falanjist geçmişten gelme sağcı Hıristiyanların ünlü bir Hıristiyan aileden gelme Rahbani’nin sözlerine verdikleri tepki, bu etmenler göz önüne alınırsa anlaşılır. Tüm bunlara rağmen Rahbani, el-Mukaveme el-Vataniyye şarkısında ortaya koyduğu çizgiden ömrü boyunca sapmadı.

Müzikte bir devrimci

Sanatla devrimci siyasetin ilişkisi karmaşıktır. Bir sanatçı, kendi alanında putları yıkan, alışılageldik kuralları tanımayıp yeni deneyler yapan bir tutum sergileyip siyasî-ideolojik dünyada son derece gerici bir konum alabilir. Büyük Rus romancısı Dostoyevskiy böyledir. Ya da tam tersi, eserlerinde devrimci temalar işleyip kendi sanat dalında geleneksel ya da alışılmış kalıplar içinde kalabilir. Amerikalı komünist halk şarkıcısı Woodie Guthrie ya da Pete Seeger böyledir. Devrimci sanatçı olmak için devrimden söz etmek yetmez. Trotskiy, bir şairin devrimden bahsederken hâlâ devrim öncesi ruhu taşıyabileceğini, öte yandan devrimin rüzgârını hissetmiş bir başka şairin manavdaki zerzevattan bahsederken bile devrim atmosferini yaratabileceğini söyler. Fark, üsluptadır.

Rahbani de sadece devrimci bir sanatçı olmakla kalmadı, kendi sanatında da devrim yaptı. Geleneksel makam müziğini jazz’dan funk’a, bossa nova’dan rock’a kadar birçok Batı tarzıyla ustaca harmanladı. Geleneksel kalıplar içinde kaldığı zaman dahi flüt, org, saksafon, bas gitar gibi aletlerle kurduğu altyapı ve armonilerle eserlerini zenginleştirdi. Makam müziğinin bizim de Türkiye’deki örneklerinden alışık olduğumuz uzun, nağmeli müzikal cümlelerini ani duruşlar, düz konuşma, korna sesleri gibi unsurlarla kesti. Güftelerinde ağdalı klasik Arapça yerine yerel Lübnan Arapçasını tercih etti. Aşk şarkısı yazıyorsa basmakalıp, ağır cümleler yerine içten sözleri, siyasi şarkı yazıyorsa umutlu ama mizah dozu yüksek içeriği öne çıkardı.

Bu yönüyle Rahbani, Arap dünyasında müziğin seyrini değiştiren bir kutup yıldızı hâline geldi. Siyasi yönü olsun olmasın, Rahbani’nin veya LKP’nin fikirlerine sıcak baksın bakmasın, birçok çağdaş Arap müzisyen, Rahbani’nin müzikte yarattığı devrimden etkilenmiştir. Şarkıları hâlâ dinlenmekte, örnek alınmaktadır.

Ancak Rahbani, müzik dünyasına yalnızca kendi katkılarını sunmakla kalmadı. En coşkulu, en başarılı günlerini geride bıraktığı düşünülen annesi Feyruz’u da müzik dünyasına yeniden kazandırdı. En gelenekselinden (mesela Sellimli Aleyh) en yenilikçisine (mesela Kiyifek İnte) birçok Feyruz şarkısı, Ziyad Rahbani’nin imzasını taşır. Bu anne-oğul işbirliğinin zirve noktası, herhalde Feyruz’un 2000 yılında Güney Lübnan’ın İsrail işgalinden kurtuluşunu kutlamak için düzenlenen Beyt ed-Din festivalinde oğlunun el-Mukaveme el-Vataniyye şarkısını söylemesi olmuştur.

Corç’un yolundan, Ziyad’ın ruhuyla

Elbette Ziyad Rahbani gibi bir yoldaşımızı anarken şarkılarıyla hislenmek yetmez. İsrail’in işlediği insanlık dışı soykırım tüm hışmıyla sürerken, Batı Asya (Ortadoğu) kaynarken, üstelik de Corç Abdullah yoldaşımız hepimizi silah başına çağırmışken, Ziyad’ı anmanın en güzel yolu da Batı Asya’yı Siyonizm belasından arındırmak için canla başla mücadele etmektir. Ziyad’ın müziği, tıpkı birkaç yıl evvel yitirdiğimiz Theodorakis’inki gibi, coşkumuza coşku, dirayetimize dirayet katacaktır.

O hâlde bu yazıyı sonlandırırken sözü Ziyad’ın o müthiş ezgisine bırakalım:

https://www.youtube.com/watch?v=zWba-FtFDD8&list=RDzWba-FtFDD8&start_radio=1