İstibdadın zulmü hem bir güç gösterisi hem de bir güçsüzlük göstergesidir! Düzen muhalefeti ise hürriyet kavgasının gücü değil zayıf karnıdır!

İstibdadın zulmü hem bir güç gösterisi hem de bir güçsüzlük göstergesidir! Düzen muhalefeti ise hürriyet kavgasının gücü değil zayıf karnıdır!

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve ardından, çok sayıda belediye görevlisi ile birlikte rüşvet, yolsuzluk ve terör suçlamalarıyla gözaltına alınıp tutuklanması, 19 Mart süreci olarak adlandırılan bir siyasi çalkantı ve toplumsal hareketlilik dönemini açtı. Süreci kurgulayan, başlatan ve devam ettiren irade tümüyle siyasi iktidara aitti. Yargı ve polis teşkilatı bu süreçte bir araç olarak kullanıldı. İstibdad dört koldan bu taarruzu yürütürken mutlaka bir dirençle karşılaşacağını hesap ediyordu. Bu yüzden gözaltılarla eş zamanlı olarak İstanbul Valiliği şehirde fiilî OHAL ilan etti ve her türlü gösteriyi yasakladı. Ancak eylemler sürdü. Özellikle üniversitelerde öğrenciler büyük bir mücadeleye giriştiler. Mücadele liselere de yayıldı. Kitle mücadelesinin ilk etkisi CHP’nin pazarlık gücünü arttırmak oldu ve İBB’ye kayyım atanması, yargının bir “ince ayar” ile İmamoğlu’nu terör suçlamasından değil de rüşvet ve yolsuzluktan tutuklamasıyla engellendi. Bundan sonra CHP, eylemleri sönümlendirmek ve süreci İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı kampanyasına eklemlemek için çabalarken, istibdad da eylemleri bastırmak için polis şiddetinin dozunu gittikçe arttırdı. Kitlesel gözaltılara, hukuksuz ve keyfi tutuklamalar eklendi. Ne var ki CHP’nin tutumu gençliğin düzen siyasetinden uzaklaşma dinamiklerini güçlendirirken, istibdadın baskısı da öfkeyi ve dayanışmayı pek çok yerde daha da arttırdı.

İstibdad cephesi, muhalefeti parçalamaya çalışırken kendi içinde bölündü

İstibdad cephesinin en önemli argümanı bu işin iktidarla ilgisinin olmadığı, operasyonların kaynağında CHP’nin içinden çıkan insanların itiraflarının ve şikâyetlerinin yer aldığı idi. İstibdad cephesi belli ki İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığının engellenmesi ile Mansur Yavaş üzerinden bir tartışmanın derinleşeceğini, CHP kongresinin iptali ile birlikte ise Kemal Kılıçdaroğlu çevresinin atağa kalkarak partiyi böleceğini umuyordu. İkisi de olmadığı gibi CHP’de oluşması beklenen çatlaklar, istibdad cephesinin kendi içinde görüldü. Devlet Bahçeli’nin sürecin kısa sürede sonuçlanmasına yönelik açıklamaları bir iç tartışmanın göstergesi olarak yorumlandı. Bahçeli’nin bir erken seçimi gündeme getirebileceği dahi konuşulmaya başlandı. AKP’liler kendi içlerinde birbirlerini suçlamaya başladılar. Nihayet İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, eleştirilerin odağında olduğu, Ümit Özdağ’ın tutuklanması ya da Genel Merkezi Ankara’da olan Eğitim Sen merkez yöneticilerine dava açması gibi görev alanının dışına çıkmakla eleştirildiği bir aşamada Ankara Cumhuriyet Savcılığı çıkıp istibdadın propagandistlerinden Rasim Ozan Kütahyalı hakkında soruşturma açıp gözaltı kararı verdi. AKP kurucularından Bülent Arınç bu parçalı hali fırsat bilerek bir kez daha ortaya çıktı ve kendine yakıştırdığı özgül ağırlığı ile basına açıklamalar yapmaya başladı. Unutulmasın, AKP saflarından dışlanmış gibi gözükse de Bülent Arınç ve Abdullah Gül gibi figürler Erdoğan’ın ordu ve MHP ile kurduğu (kurmak zorunda kaldığı) taktik ittifaktan kaçış kapısını açık tutan görevli rolündedirler. Erdoğan bu isimlerle pek çok defa karşı karşıya gelmişse de bu kişileri asla tamamen aforoz etmemiştir.

İstibdad bölünürken CHP’nin burjuva sınıf karakteri de emekçi halkı bölüyor

Ne var ki tüm bunlar istibdadın inisiyatifi tamamen elden kaçırdığı bir duruma da işaret etmiyor. Halen istibdad rejimi yargıyı ve polisi kullanarak, İmamoğlu operasyonunu eşeleyerek, CHP’nin iç fay hatları üzerinde tepinerek taarruzunu derinleştirmeyi sürdürüyor. CHP’ye ilk kayyım hamlesi olağanüstü kongre hamlesiyle püskürtülmüş gözükse de yine CHP delegelerinin açtığı dava ile Özgür Özel’in üzerinde yeni bir Demokles’in kılıcı sallandırılıyor. Bu sefer açılan iptal davası yeni bir kongre yapılmasından önce yönetimin doğrudan Kılıçdaroğlu’na ve ekibine devredilmesini talep ediyor. CHP saflarında henüz açık bir dağılma emaresi görülmüyor olsa da alttan alta çelişkiler sürüyor. Ayrıca bu, partinin burjuva ve düzen içi karakteri, kitlelerin istibdada karşı hürriyet talebinin zayıf karnını oluşturmaya devam ediyor. İşçi ve emekçi kitlelerin büyük bir bölümü istibdadın saldırısını tasvip etmiyor, haksız buluyor ancak CHP gibi bir patron partisinin ve İmamoğlu gibi bir müteahhit siyasetçinin merkezinde bulunduğu bir mücadeleye de sempatiyle yaklaşmıyor. İstibdad rejimi ne kadar zayıf olsa da, kendi içinde ne kadar parçalanma emareleri gösterse de düzen muhalefetinin bu burjuva karakteri onların imdadına koşuyor. Büyük ekonomik sorunların pençesinde kıvranan ve kendilerinden uzaklaşan seçmenlerinin istibdada karşı mücadele saflarına geçmesine karşı istibdad cephesi, CHP ve İmamoğlu’nun burjuva karakterini ve bu karakterin neticesi olan suçlarını sonuna kadar kullanıyor.

AKP-MHP yenilmez değil! CHP ise istibdadı yenmenin seçeneği değil!

Tüm bunlar bize şunu gösteriyor: İstibdadın baskısı, şiddeti, hukuksuzluğu ve fütursuzluğu bir güç gösterisi olsa da ironik bir şekilde aslında bir güçsüzlük göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İstibdad güçlü değil zayıf. Birleşik değil bölünmüş. Yenilmez değil tam tersine yenilgi korkusuyla tir tir titriyor. Dolayısıyla CHP olmadan biz bu iktidarı yenemeyiz düşüncesi yanlıştır. CHP istibdada karşı mücadelenin en büyük ve güçlü bileşeni değil, bu mücadelenin önündeki en büyük engeldir. Hürriyet mücadelesinin bir bileşeni değil, bu mücadelenin hainidir. Hatırlayın! Son seçimde Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermek iktidarı yenmek için tek seçenek olarak görülüyordu. “Hayır, Kılıçdaroğlu ile istibdadı yenemeyiz” dediğimizde bize karşı çıkılıyordu. İşte bugün o Kılıçdaroğlu AKP-MHP’nin CHP’ye atamayı planladığı kayyım olarak karşımızdadır. Dün tek seçenek olarak sunulan Ekmeleddin İhsanoğlu, bugün nasıl MHP saflarında Erdoğan’a memurluk yapıyorsa, dün tek seçenek olarak sunulan Muharrem İnce “adam kazandı” diyerek o seçimden çıkıp, aynı adama kazandırmak için öbür seçime girdiyse, Kılıçdaroğlu da onlardan farklı olmamıştır. Özgür Özel’in tüm bunlardan farklı olacağını düşünmek için bir sebep yoktur. Kaldı ki geleceğe dair bir öngörüden de bahsetmiyoruz, yerel seçimlerde AKP-MHP hezimete uğramışken, erken seçimi zorlamayıp, Erdoğan’la normalleşme ve yumuşama sürecini yürüten, seçimsiz dönemde ekonomiye öncelik verelim diyerek güvensizlik oyu almış iktidarın işçi sınıfına taarruz programına destek sunan, yani istibdada, bugün gerçekleştirdiği taarruza hazırlanması için ihtiyacı olan zamanı veren Özgür Özel değil midir?

Sağcısıyla solcusuyla burjuva partilerine güvenmiyorsak sebebi var!

Burjuva siyasetçilerine, patron partilerine, düzen muhalefetine güvenmiyorsak bir sebebi var. CHP ancak, AKP ve MHP emperyalizme ve sermayeye hizmet edemeyecek kadar zayıfladığında iktidara gelebilir. İktidara geldiğinde de hürriyeti getirmek için değil, sermayenin sömürü düzenini sürdürmek üzere iş, aş, hürriyet isteyen emekçi kitleleri durdurma işlevini görecektir. Aynı Erdoğan’ın 2001 krizinden sonra, DSP, MHP, ANAP, DYP gibi merkez burjuva partileri baraj altı kaldıktan sonra, krizin faturasını emekçi halka ödeten, işçi düşmanı Kemal Derviş programını aynen alıp devam ettirdiği gibi. Bin defa denenmiş bin defa hüsranla sonuçlanmış olanı tekrarlamanın alemi yoktur. CHP’den ve düzen muhalefetinden kopmak, hangi partiye oy vermiş olursa olsun işçi ve emekçileri bağımsız bir sınıf politikasında birleştirmek ve istibdada karşı sermayeden ve emperyalizmden bağımsız bir odağın yükselmesi için mücadele etmek gerekir.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2025 tarihli 188. sayısında yayınlanmıştır.