Onurlu bir barış mı ikinci cumhuriyetçi proje mi?

Devlet Bahçeli tarafından başlatılan, Erdoğan’ın temkinli bir destek verdiği ve Öcalan’ın çağrısıyla “tarihi fırsat” olarak sunulan süreç, Erdoğan’ın silah bırakma konusunda “Sınırsız vakte ve tahammüle sahip değiliz” açıklaması ve yine Bahçeli’nin "Bizim tasavvur ve teklifimiz 4 Mayıs 2025 Pazar günü Muş'un Malazgirt ilçesinde DEM Partili belediye başkanının destek, katkı ve yardımıyla PKK'nın kongresini toplayarak fesih tartışmalarına son noktayı koyması ve bu işi bitirmesidir" çıkışıyla devam ediyor. Elbette Bahçeli’nin 20 Mart’taki “Malazgirt” teklifinin ortaya çıkış sebebi ve zamanı önemlidir. Her ne kadar Öcalan’ın mektubunu “harfi harfine” desteklese de Kandil’in bizzat hareketin liderinin fesih amacıyla bir kongre toplaması gerektiğini açıklaması, çok çeşitli biçimlerde yorumlanabilecek bir çıkıştı, en azından örgütün kendini feshetme sürecinde karşı taraftan beklediği hamlelerin bir ifadesiydi. Bu gelişmeler ışığında ve 19 Mart’ta fitili ateşlenen kitlesel eylemlerin hemen ardından yapılan “Malazgirt” çıkışı, sürecin sekteye uğrama kaygısına karşı bir hamle olarak görülebilir.

İttifak mı ihtilaf mı?

İstibdad rejiminin Sünni İslam kardeşliği temelinde ortaya koyduğu “Türk-Kürt ittifakı”nı, Türkiye burjuvazisinin yayılmacı emellerini ifade eden Özal mirası “İkinci Cumhuriyet” projesinin bir parçası olarak hayata geçirmeye çalışması ve 12 Eylül darbecilerinden aldığı ilhamla Erdoğan’ın en büyük rakibini zamanı manidar bir siyasi operasyonla tutuklatması birbirinden ayrı düşünülemez. Emperyalizmin, Siyonizmin büyük katkısıyla Ortadoğu’yu (Batı Asya’yı) hallaç pamuğu gibi attığı bir süreci fırsat olarak gören sömürgeci burjuvazinin yayılmacı emellerinin memlekete barış da demokrasi de getirmeyeceği bir gerçek. Dış politikada izlenen bu kırılgan ve risklerle dolu süreç, istibdadın içerideki rakiplerini alabildiğine keyfi ve baskıcı yöntemlerle bastırmasını gerektiriyor.

İstibdadın tüm bu planlarıyla uyumlu bir şekilde CHP-DEM işbirliğini ifade eden “kent uzlaşısı” hattını terörle yaftalayarak, karşısında birikebilecek bir muhalefet hattının önüne set çekmek ve Kürt halkını İmamoğlu vesilesiyle sokaklara dökülen kitlelerden ayrıştırmak için yaptığı hamleler göz önündedir. Saldırıya uğrayan düzen muhalefetinin milliyetçi hattından gelen ayrıştırıcı söylemlerin istibdadın bu planını kolaylaştırdığı ise gözden kaçmamalıdır. Mansur Yavaş’ın Newroz kutlamalarına yönelik ırkçı serzenişleri Kürt halkında büyük bir tepki ve öfkeye yol açmıştır. Dört günlük gösteri ve protesto yasaklarından Newroz kutlamalarının muaf tutulması, sosyal medyada Selahattin Demirtaş’ın salınacağına dair ortaya atılan spekülatif paylaşımlar, DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan’ın Newroz’da vurguladığı “Üçüncü yol” açıklamasının dolaşıma sokulması ve yine Tuncer Bakırhan’ın Medya Haber’e verdiği “Biz CHP'nin eylemci kitlesi değiliz” demecinin Devlet Bahçeli tarafından tebrik edilmesi, aralarındaki farklara rağmen istibdadın kendi politik yönelişinden ve Kürt hareketinden beklentilerinden bağımsız düşünülemez. Kimlikçi politikalarla emekçi halkın içine ekilen nifak tohumları ne Kürt halkına ne de emekçilere hayır getirecek sahte çözüm süreçlerinin gölgesi altında zehirli meyvesini vermektedir.

Halkların kardeşliği mi emperyalizme askerlik mi?

İkinci Cumhuriyet projesinin gözünü diktiği topraklarda ise Kürt ve Arap halklarına emperyalizmle işbirliği içinde aynı sahte çözümler önerilmektedir. Sürecin Rojava ayağında SDG’nin Ahmet Eş-Şeraa önderliğindeki tekfirci ve mezhepçi HTŞ ile yürüttüğü askerî-diplomatik süreç emperyalizmin memnuniyet dolu ifadeleri ile sürdürülmektedir. Suriye topraklarına boylu boyunca giren İsrail’in kılına dokunmayan ancak Alevilere yönelik insanlık dışı katliamlar gerçekleştirerek gayrimeşruluğunu gözler önüne seren kravatlı ve takım elbiseli tekfircilerin imdadına Amerikan helikopterleri eşliğinde apar topar anlaşma imzalayan SDG lideri Mazlum Abdi yetişmiştir. Türkiye’nin ve IKBY’nin sürecin içine sokmaya çalıştığı Barzanici çizgideki ENKS’nin SDG ile başlattığı işbirliği görüşmeleri, tekfircilerle dolu HTŞ ordusuna SDG’nin entegrasyonu ve Arap çoğunluğa sahip kentlerdeki petrol bölgeleri üzerinden yürütülen pazarlıklar Suriye halklarının kurtuluşunu da barışını da içermemektedir. Alevilerin ve Dürzîlerin katlini vacip gören bir anlayışa ne kadar takım elbise ve kravat giydirilse de gerçekler Lazkiye sokaklarında akan Alevi kanıyla gün yüzüne çıkmaktadır. Emperyalizm ve Siyonizmle işbirliği için can atan ve meşru görülmemesi gereken bu sahte hükümet, Kürt ve Arap halklarının barışını hedefleyen herhangi bir sürecin muhatabı değil olsa olsa katliamcısı olur. Irk, din ve mezhep ayrışmalarıyla gerçekleştirilmek istenen Kürt-Türk ve Kürt-Arap ittifakları Batı Asya topraklarına barışı değil kardeş halkları birbirine kırdıran savaşları getirir. Bu ittifaklar kimlerle beraber ve kimlere karşı yapılıyor sorularının cevapları gizli diplomasi ile yürütülen süreçlerle Batı Asya halklarından saklanmaktadır. Bu ittifakın muhatabı olan halklardan yarın öbür gün emperyalizmin İran’a ve Batı Asya’nın mazlum halklarına yönelik vereceği savaşlarda asker olması istenecektir. Böylesi bir ittifak anlayışına ancak emperyalistler ve İsrail elini ovuşturur!

Sürecin siyasi aktörlerinin iddia ettiklerinin aksine bugün Kürt halkına adeta dayatılan ve arkasında İkinci Cumhuriyetçi emellerin yattığı bu süreç, Kürt halkının ifade özgürlüğünü, kendini siyasi alanda özgürce ifade edebilmesini ve dillerden düşürülmeyen onurlu bir barışı vadetmemektedir. Tam tersine istibdadın yeni anayasada güvence altına alacağını iddia ettiği tüm bu vaatler süreç boyunca rehin alınmış vaziyettedir. Kayyım politikalarının dur durak bilmemesi, DEM’li siyasetçiler AKP ve MHP kapılarını “yüreği elinde barış için” gezerken aynı partinin başka siyasetçilerinin ve vekillerinin hapishanelerde tutulması, CHP ile yürütülen “kent uzlaşısı” çizgisine yapılan saldırılar ve bu doğrultuda istibdadın her an “teröre destek” kartını kullanma gayreti Kürtlerin çözüm için oturtulduğu masanın orta yerinde duran sopalardır. Emperyalizmin himayesinde, Siyonizmin gölgesinde, istibdadın kontrolünde ve düzen muhalefetinin desteğiyle yürütülecek hiçbir süreç ezilen halklara ve emekçi halka çözüm getirmeyecek.

Kürtlerle barış, ABD’yle savaş!

Bu topraklarda Türklerin, Kürtlerin ve Arapların onurlu bir barışı inşa etmesi ancak emperyalizmin ve Siyonizmin yenilgisiyle mümkündür. Sömürgeci tahakkümden uzak, halkların eşit ve özgür yaşayabildiği bir gelecek halkları birbirine kırdıracak ırk, din ve mezhep temelli emperyalist “ittifak”larla değil; bütün halkların emperyalizme ve Siyonizme karşı birleşeceği bir ittifakla mümkündür. Emperyalizmin himayesindeki sahte çözümlere karşı partimizin “Kürtlerle barış, ABD’yle savaş!” şiarı hiç olmadığı kadar yakıcı bir öneme sahiptir. İsrail Siyonizminden medet ummak şöyle dursun, sadece Filistin halkının değil bütün Batı Asya halklarının can güvenliği için bu katliamcı barbarlığa karşı amasız ve fakatsız bir mücadele verilmelidir. İşçilerin birliği ve halkların kardeşliği ilkesiyle verilecek her mücadele, kurtuluşa giden yolda tarihi fırsatlar sunacaktır!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Nisan 2025 tarihli 187. sayısında yayınlanmıştır.