Patronların ve hükümetin ortak geleceğini, emekçilerin mücadelesiyle bozalım

Patronların ve hükümetin ortak geleceğini, emekçilerin mücadelesiyle bozalım

Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) 9-13 Nisan’da “Sağlıkta Ortak Gelecek” temalı bir kurultay düzenliyor. Özel sağlık sermayesinin temsilcisi OHSAD’ın, sağlığı daha fazla özelleştirmek, sağlıktan daha fazla para kazanmak için organizasyon düzenlemesi sınıfsal çıkarlarına uygun bir hamle. Ancak bu organizasyona, sağlık alanı ilgili bakanların ve bürokratların geniş bir kadro ile konuşmacı olarak katılacak olması daha başka anlamlar ve mesajlar taşıyor. 

Kurultaya Sağlık Bakanı ve Bakan Yardımcısı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, her iki bakanlığın önemli müdürlüklerine bağlı bürokratlar, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkan Yardımcısı, vakıf ve kamu üniversitelerinden öğretim üyeleri konuşmacı olarak katılacakmış. Sağlık sistemine dair her türlü kararı almaya yetkili bu bürokratların özel sağlık sermayesinin kurultayına adeta çıkarma yapmasını sağlıktaki geleceğimizi özel sermayeye emanet edeceklerinin bir göstergesi olarak yorumlamak gerekiyor.

Sağlığın özelleştirilmesi, yani sağlığın parayla alınır satılır bir meta (mal) haline getirilmesi sağlık hizmetlerine ulaşımın önünde engel teşkil eder. Oysa sağlık sistemi ayrıcalıklı bir azınlığa değil toplumun tamamına hizmet etmelidir. Bunun ön koşulu, sağlık hizmetlerinin ücretsiz olarak sunulmasıdır. Özelleştirme aynı zamanda kamu sağlık hizmetlerinin içini oyan bir karaktere sahiptir. Kamuda sunulan hizmetlerin, doktorlardan ve sağlık emekçilerinden bağımsız olarak, niteliksizleştirilmesini veya kapsamının daraltılmasını beraberinde getirir.

Bir ülkenin sağlık sistemi yalnızca insanların sağlığını kaybettiğinde yani hasta olduklarında tekrar sağlıklarına kavuşması için organize edilmemelidir. Esas olan, sağlıklı insanların sağlığını korumak, hastalanmasını engellemektir. Ancak sağlığı koruyucu hizmetler, tedavi edici poliklinik ve ameliyat hizmetlerine göre daha az “kârlı” hizmetlerdir. Özel sağlık sermayesi kâr için hizmet üretir; onun nezdinde hastalar birer müşteridir. Hasta (müşteri) yoksa, para da olmaz. Dolayısıyla sağlıkta özelleştirme, koruyucu sağlık hizmetlerini geri plana atar, daha pahalı olan ve daha çok kâr getiren tedavi edici sağlık hizmetlerini ön plana çıkarır.

Şimdiye kadar anlattıklarımız işin halkın sağlığına olumsuz olarak yansıyan kısmıydı. Bir de özelleştirmenin sağlık emekçilerinin çalışma koşullarına ve özlük haklarına olumsuz etkileri var. Ülkemizde sağlıkta özelleştirmenin ve piyasalaştırmanın önünü en cesurca açan hamle 2003 yılında AKP tarafından başlatılan “Sağlıkta Dönüşüm Programı- SDP” oldu. SDP’nin sağlık sisteminde ilk icraatlarından biri sağlıkta taşeronlaştırmayı getirmek ve yaygınlaştırmaktı. Beraberinde sağlık emekçilerini güvencesizleştiren, kendi arasında bölüp parçalayan çok farklı politikaları hayata geçirdi. Bu sayede AKP iktidarı, sağlık emekçilerinin üretimden gelen gücünü kullanarak SDP’yi rafa kaldırmasına mâni olabildi.  

Bugün geldiğimiz noktada nitelikli sağlık hizmetine kamuda ulaşmak oldukça zorlaşmış durumda. Deneyimli hocaların ve sağlık emekçilerinin özel sağlık sektörüne kayması veya emekli olması, SGK’nın kamu hastanelerine uyguladığı mali kısıntılar, nitelikli yoğun bakım ve servis yataklarının çoğunluğunun özelde olması gibi sebeplerden ötürü kamuda sunulan sağlık hizmetinin niteliği düşmüş, özel hastanelerin önü açılmıştır.

Geçen sene doktorlara toplam başvuru sayısı 1 milyara ulaştı. Yoğun başvuru nedeniyle muayene sırası bulunmaz hale gelmiş, muayene süreleri ortalama 5 dakikaya inmiş durumda. Ayrıca kamu hastanelerine başvuran hastalardan muayene ve ilaçlar için katkı/katılım payı adı altında yüksek paralar talep ediliyor. Sorunların çözümünün anahtarı konumundaki aile hekimlikleri ise bakanlığın izlediği bilinçli politikalar nedeniyle polikliniğe sıkışmış ve koruyucu sağlık hizmetlerini güçlükle sunar durumda.

Sağlığın içine düşürüldüğü bu halin sorumlusu hükümettir. Hükümet, bu sonuçları öngörmemiş değildir, bugün için görmüyor da değildir. Her şeyin farkındadır. OHSAD’ın kurultayına konuşmacı olarak katılacak olan hükümetin bakanları ve bürokratları yalnızca davet edildikleri için orada olmayacaklar. Sağlıkta özelleştirmeyi bilinçli olarak destekledikleri için orada olacaklar.

Peki, sağlıkta özelleştirmeye karşı olan bizler ne yapmalıyız? Patronlara ve patron destekçisi hükümete karşı örgütlü şekilde mücadele etmezsek işimiz zor görünüyor. Kamuda sendikalaşma hakkımız olsa da ne yazık ki grev hakkımız yok. Her toplu sözleşme döneminde oynanan tiyatroyu izliyoruz ancak üretimden gelen gücümüzü kullanamamış oluyoruz. Kamuda grev hakkımızı kazanmak için orta-uzun vadeli bir yol haritası çıkarmamız gerekiyor. Özel sağlık alanında ise fiilî bir sendikalaşma yasağı var. Çalışma koşulları çok kötü olmasına karşın Toplu İş Sözleşmeli sendikalı özel hastane sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Mutlaka şeytanın bacağını kırmalı, başarılı örnekler yaratmalıyız.

Başarmak için öncelikle amaç edinmek, buna göre hazırlık yapmak gerekiyor. Sağlıkta özelleştirmeye karşı; sağlığın ücretsiz, eşit, ulaşılabilir, nitelikli, devlet eliyle sunulması gerektiğini savunan her sendika ve meslek örgütü daha fazla örgütlenmek için elinden gelen çabayı sarf etmeli; konfederasyon ayrımı gözetmeden, ayrı gayrı demeden, benzer amaçlar doğrultusunda güçlerimizi birleştirmeliyiz.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Nisan 2025 tarihli 187. sayısında yayınlanmıştır.