Sahte barış daha çok kan, sahte çözüm daha çok baskı ve zulüm getiriyor!

PKK silah bırakma doğrultusunda ilk adımı atmaya hazırlanıyor. PKK adına yapılan açıklamada Süleymaniye’de 20-30 kişilik bir grubun sembolik bir törenle silahlarını imha edileceği açıklandı. Dem Parti de "Bir grup PKK üyesinin önümüzdeki günlerde Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında yapılacak bir etkinlikle kongre kararları doğrultusunda adım atması bekleniyor" dedi ve yazarlardan, kurum temsilcilerinden oluşan bir grubu süreci gözlemlemesi için bölgeye götüreceklerini açıkladı. Erdoğan da “silah bırakma kararını uygulamaya başlamasıyla süreç biraz daha hız kazanacaktır” diyerek bu gelişmeyi doğruladı ve AKP Genel Başkan Vekili Efkan Ala ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’la birlikte Dem Parti heyetiyle görüşme gerçekleştireceklerini ekledi.
Süreç bıçak sırtında
Sembolik gösterilerle sürecin pürüzsüz ilerlediğine dair bir izlenim yaratılmak istense de durum farklı. PKK fesih ve silah bırakma doğrultusundaki kongre kararlarını açıkladığı süreçte Milli Savunma Bakanlığı askeri operasyonların devam ettiğini açıklamıştı. Daha sonra PKK drone kullanarak 3’ü ağır 10 askerin yaralandığı bir saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırının ardından iktidar cephesinden çok sayıda eleştirel ses yükselmeye başladı. Baştan itibaren sürece karşı konumlanan Zafer Partisi gibi çevreler de muhalefet dozunu arttırdılar. Ancak tüm bu karşıt sesler “örgüt içinde süreci baltalamaya çalışanlar var” denerek itidal çağrılarıyla geçiştirildi. PKK liderlerinden Mustafa Karasu ise karşı taraftan birebir aynı sözlerle “devlet içinde bir kesim bu süreci bozmak istiyor” diyerek sürece dair eleştiriler yükseltti. Mustafa Karasu’nun sürece karşı olduğu için PKK Olağanüstü 12. Kongresi’ne katılmadığı hatta infaz edildiği söylentileri çıkmıştı. Mustafa Karasu’nun devleti adım atmamakla suçladığı ve sürecin tıkanmakta olduğunu ima ettiği konuşmaları PKK yayın organında yayımlandı.
Gizli diplomasinin ardındaki gerçekler
Belli ki arka planda yoğun bir gizli diplomasi ve müzakere süreci işliyor. Halk hiçbir şekilde olan bitenden haber edilmiyor. Sürecin arka planında Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta Kürt coğrafyasına sömürgeci bir himaye ile nüfuz etme çabası var. Pazarlıklar bu doğrultuda ilerliyor. Belli ki demokrasi, özgürlükler bu masada yok! AKP-MHP sürekli sivil, demokratik anayasadan bahsediyor ama mevcut anayasayı dahi her gün ayakları altında çiğniyor. Yarı yolda kalmış bir infaz düzenlemesi ile tahliyeler sağlansa da hapishaneler boşalmak bir yana daha da fazla dolup taşıyor. İstibdad rejimi Kürt illerindeki kayyımları kaldırma doğrultusunda en ufak bir adım atmazken kayyım rejimini CHP’li belediyelere genişletiyor. Kürt hareketi hiçbir düzeyde bu gelişmeleri süreci yürütmeye engel olarak görmüyor. Her açıklamada baskılara dair sert bir karşı çıkış görülmüyor sadece sitem ediliyor. Baskıcı uygulamaların sürece katkı sağlamadığından dem vuruluyor. Hani süreç “demokratik toplum” süreciydi? AKP-MHP, açılım için tekrar adres benim, “Kent uzlaşısı” gibi sandıkta iktidarı zorlayacak politikalardan vazgeçin diyor! “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için hapiste olan Selahattin Demirtaş bile Erdoğan ve Bahçeli’ye uzun ömürler dilemeye başladığına göre belli ki Kürt hareketi Cumhur İttifakı’na olumlu cevap veriyor. Demek ki demokrasi ve özgürlükler sadece istibdad rejimi için değil Kürt hareketi için de sürecin asli unsuru değil sosudur!
Süreç burjuvazinin sömürgeci çıkarlarına yaslanıyor ve emperyalizmin himayesinde yürüyor
Meselenin özünde baştan beri vurguladığımız gibi Türkiye burjuvazisinin sömürgeci çıkarları ve Kürt hareketinin bu çıkarlara uyumlu hale getirilmesi vardır. Suriye’de SDG ve HTŞ arasında kurulmaya çalışılan ittifak ekseni de Irak’ta PKK ile Barzani’nin barıştırılmaya çalışılması da Türkiye’nin sömürgeci nüfuzunu arttırmaya, Kürt hareketinin de bu sürece entegre olmasına yönelik çabalardır. Ancak Türkiye’nin tek başına herkesi bir hizaya sokacak gücü yoktur. HTŞ üzerinde Türkiye’nin etkisi elbette ki var ama bu etki İngiliz emperyalizminin mutfağında olmadığı, Körfez ülkelerinin finanse etmediği, ABD’nin onay vermediği ve nihayet İsrail’in razı olmadığı herhangi bir projeyi hayata geçirebilecek boyutta değildir. Türkiye, ABD ve İngiltere’nin ayağına basmamak için atacağı her adımı ölçüp biçerek atmaktadır. Türkiye bölgede nüfuz kazanmasını emperyalizmin Batı Asya’daki hakimiyetinin bir aracı olarak pazarlamaktadır. Bu sebeple İsrail’e karşı bir araba laf söylediği halde İsrail-İran savaşında emperyalist cephede yer almıştır. Emperyalistlerin de Kürt sorununun çözümü gibi bir derdi yoktur. Amerikan ve İngiliz emperyalizminin süreçten beklentisi, NATO müttefikleri olan Türkiye’nin, Kürt hareketinin tamamının emperyalist himaye altına girmesine yardımcı olması, İran’ın İsrail için bir tehdit olmaktan çıkartılması ve yerine yeni bir tehdidin yükselmesinin engellenmesidir.
Özgürlük artmıyor istibdad koyulaşıyor! Barış gelmiyor yeni ve daha büyük savaşlar kapıya dayanıyor!
Sürecin ilerlemesi özgürlükleri değil istibdadı arttırıyor. Süreç güya barış için yapılıyor. Ama az kalsın Türkiye, İran’a yapılan saldırılarda emperyalist safta yer aldığı için, Kürecik ve İncirlik Üsleri dolayısıyla İran’la savaşa giriyordu. İran’ın Katar’daki Amerikan üssünün yanı sıra Kürecik’e de füze atması halinde ne olacaktı? Türk-Kürt ittifakından bahsediliyor. Madem bu barışçıl bir ittifaktır neden sürecin tarafları barıştan yana ABD ve İsrail’in karşısında tutum almamıştır? Madem bu ittifak İsrail’e karşıdır neden Türkiye İsrail’e savaşta fiilen destek vermiştir? Neden PKK, İsrail bombaları yağarken İran kolu üzerinden özerklik çağrıları (hem de sadece Kürtlerle sınırlı değil Azerileri ve Belucileri de kapsayan şekilde!) yayımlamıştır?
Biz ne barışa ne çözüme karşıyız, biz gerçek bir barış gerçek bir çözüm istiyoruz!
Bu süreçten sadece emperyalistler, Türkiye’nin sömürgeci burjuvazisi ve az sayıda işbirlikçi Kürt burjuvası ve toprak ağası menfaat sağlar, asla Türk ve Kürt emekçileri yoksulları değil! Barışın yolu Kürt sorununun çözümünden geçiyor. O halde biz Kürt halkının meşru ve haklı taleplerinin karşılanmasını, Türk ve Kürt halklarının, Türkçe’nin ve Kürtçe’nin eşitliğini istiyoruz. Barışın yolu Batı Asya’daki her savaşın arkasındaki güçler olan Amerikan, İngiliz ve Avrupalı emperyalistlerin bölgeden kovulmasından, bölgemizin soykırımcı Siyonist İsrail’den arındırılmasından geçiyor. O halde biz Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını, emperyalist üslerin kapatılmasını, İsrail’le ilişkilerin kesilmesini ve Siyonistlere tam ambargo uygulanmasını istiyoruz. Bu yüzden geçmişten bugüne biz Kürtlerle barış ABD’yle savaş diyoruz!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2025 tarihli 190. sayısında yayınlanmıştır.