Petrol açılımına hayır!

Petrol açılımına hayır!

Devlet Bahçeli’nin meclis konuşmasıyla başlattığı, Öcalan’ın fesih ve silah bırakma çağrısıyla devam ettirdiği süreç PKK Olağanüstü 12. Kongresi’nin partiyi feshetme ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı ile yeni bir safhaya geçmiş bulunuyor. Bu süreç devlet kanadından “terörsüz Türkiye”, PKK ve Öcalan tarafından ise “barış ve demokratik toplum” ifadeleriyle tanımlanıyor. Her iki tanımlama da bu sürecin gerçek yüzünü yansıtmıyor. Tam tersine sürecin gerçek niteliğini örtme ve gizleme işlevi görüyor. En başından itibaren bu sürecin ne terörle ne de barışla ilgisi olduğunu belirttik. Bu sürecin temelinde Türkiye sömürgeci burjuvazisinin çıkarlarına dayanan, emperyalizmin himayesinde yeni savaşlara açılan yayılmacı politikalar/hayaller bulunmaktadır. PKK’nin örgütsel yapısının feshi ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararının arkasında da Kürt hareketinin tüm bileşenleriyle bu çıkarlarla ve politikalarla uyumlu hale getirilmesi yönelişi vardır. Tüm süreci belirleyen ve gelecekte de belirleyecek olan bu çıkarlar ve politikalardır.

Bu sebeplerle içinde bulunduğumuz sürecin Kürt sorununun çözümünü hedeflediğini ima eden şekilde bir “çözüm süreci” ya da “Kürt açılımı” olarak adlandırılması doğru değildir. Geçmişi 1990’lı yıllara uzanan girişimleri son tahlilde birer “petrol açılımı” olarak yorumlamak ve nitelendirmek gerçeğe çok daha uygundur. Dolayısıyla biz içinde bulunduğumuz siyasi gelişmeler silsilesini “süreç” ya da “açılım” olarak andığımızda bu kavramların içeriğini “çözüm” değil “petrol” arayışı ile dolduruyoruz. Bu sürece karşı çıkmak Kürt sorununda silahlı askerî çözümleri savunmak, barışa karşı olmak vb. ile ilgili değil, sömürgeci burjuvazinin çıkarları ve yayılmacı politikaları karşısında tutum almakla ilgilidir. Bu politikalar her milletten, memleketten işçilerin, emekçilerin, yoksulların çıkarlarının karşısındadır. Bu sürecin barış ve demokrasi ile ilgisi bu kavramlarla gerici, yayılmacı, emperyalist amaç ve hedeflerin maskelenmesinden ibarettir. Dolayısıyla sürecin gerçek niteliğini ve amaçlarını teşhir etmek, izlenen siyasete bu gerçekler temelinde karşı çıkmak, ezilen Kürt halkının ve Türk işçi ve emekçilerinin çıkarlarını savunmanın tek yoludur.

petrol açılımı

 

Gizli diplomasiye hayır!

Sürecin devlet tarafı “terörsüz Türkiye” retoriğini kullanarak hiçbir pazarlık olmadan, PKK tarafının kendini koşulsuz olarak feshedip silah bırakmasından bahsetmektedir. Öcalan’ın açıklamaları, İmralı’ya gidip gelen Dem Parti heyetleri de bu söylemle uyumlu ifadeler kullanmaktadır. Nihayet PKK 12. Kongre kararı da herhangi bir pazarlık ya da müzakere sürecine atıf yapmamaktadır. Diğer yandan resmî ve gayriresmî heyetlerin sürekli taraflar arasında mekik dokuduğu görülmekte, üstelik bu trafiğin Bahçeli’nin sonbaharda başlattığı açılımdan çok önce başlamış olduğu herkesin bildiği bir sır haline gelmiştir. Buna rağmen “pazarlık yok” temasının devamlı işlenmesinin tek bir anlamı vardır o da pazarlıkların içeriğinin Türk ve Kürt emekçilerinden gizlenmesidir. Gizli diplomasinin sonuçlarını bir anda sanki pazarlıklardan bağımsızmış gibi çıkıp yapılan açıklamalardan izliyoruz. Örneğin ülkenin gündemine giren 10. yargı paketi kapsamındaki yeni infaz düzenlemesi besbelli ki bir tür rehine pazarlığı olarak masadadır. Aynı şekilde kayyımlar üzerinde bir pazarlığın sürdüğü de apaçık gözükmektedir. “Gizli diplomasi” ile öyle bir mistik hava oluşturulmuştur ki insanlar devlet tarafından bu konuda herhangi bir vaat ya da sözde bulunulmasa dahi demokratik açılımlar ve yasal düzenlemeler konusunda bir beklenti içine girmektedir. Oysa bu beklenti hayalidir ve emekçi halkın saflarında atalet yaratmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Bu sürece dair tutum belirleyen bir özne, eğer Türk, Kürt ve her milletten memleketten emekçi halkların çıkarlarını gözetiyorsa her şeyden önce gizli diplomasiyi reddetmelidir. Sadece devlet tarafı değil Kürt hareketinin çeşitli bileşenleri de koşulların çok nazik olduğu, daha önceki girişimlerin çeşitli müdahalelerle akamete uğradığı, dolayısıyla sürecin sağlıklı yürütülmesi ve manipülasyonların engellenmesi için gizli diplomasinin bir zorunluluk olduğunu savunuyor. Solcu/sosyalist siyasetlerin de bu gizli diplomasiyi doğal ve gerekli olarak gördüğünü, eleştirmekten imtina ettiğini görüyoruz. Oysa burjuva düzen siyasetine dayanan gizli diplomasinin reddi sosyalist hareketin tarihsel bir ilkesidir. Gizli diplomasi herhangi bir siyasal sürecin bozulmasını ya da manipüle edilmesini engellemenin bir aracı değildir. Tam tersine geniş kitlelerin çıkarlarının aleyhine olacak, gayrimeşru ve kötücül nitelikteki (dolayısıyla da kitlelerin bilgisi dışında tutulması gereken) müdahalelerin ve manipülasyonların biricik zeminidir.

petrol açılımı

 

Anti-emperyalizm ve enternasyonalizm bölünmez bir bütündür!

PKK 12. Kongre kararında zikredilen 3. Dünya Savaşı temasının Hakan Fidan ve Devlet Bahçeli tarafından da sıklıkla işlendiğini görüyoruz. Bizler ise onlardan çok daha önce bunu görmüş, bu doğrultuda 2016’da Devrimci İşçi Partisi’nin Olağanüstü Kongresi’ni toplamış bir hareketiz. DİP Olağanüstü Kongresi, “Üçüncü Dünya Savaşı, dolaysız biçimde, somut olarak, elle tutulur yakıcılıkta bir tehlike hâlini almış bulunuyor.” tespitini yapmış ve mücadele çizgisini “savaşa ve barbarlığa karşı dünya devrimi ve sosyalizm” olarak ortaya koymuştur: “Kapitalizmin tarihi gerilemesinin, burjuvazinin gericileşmesinin ürünü olan büyük savaşları yenilgiye uğratmanın tek yolu devrimdir.” 3. Dünya Savaşı tehlikesi Ukrayna’da NATO’nun kışkırtmasıyla Rusya’ya karşı başlatılan emperyalist savaşla birlikte çok daha somut hale geldiğinde devrimci Marksizmin tutumu en ufak bir ikirciklik göstermeden barışa giden yolun anti-emperyalizmden geçtiğini vurgulamak olmuştur: “Emperyalizmi askeri alanda yenilgiler tattırarak ve devrimlerle nihai darbeyi vurarak diz çöktürmeden dünya barışının gelmesi mümkün değildir. Dünya barışı bir dünya devrimi sorunudur!” (DİP 7. Kongresi kararı: Dünya savaşı emperyalizmin insafa gelmesiyle değil dize getirilmesiyle durdurulur! İnsanlık enternasyonalle kurtulur!) Tüm bunları hatırlatmamızın ve tekrarlamamızın sebebi eğer 3. Dünya Savaşı olasılığından bahsediyorsanız o zaman tutumunuzu, tarafınızla birlikte ortaya koymanız bir zorunluluktur. Savaşa karşı tutum emperyalizme karşı taraf olmakla birleştirilmek zorundadır.

Oysa istibdad cephesinin 3. Dünya Savaşı söylemlerinin peşinden hep bir tehdit analizi gelmekte ama mutlaka bu analize fırsatlardan yararlanma yönelişi de eklenmektedir. İstibdad cephesinin ABD’de Trump’ın yeniden iş başına gelmesiyle eteklerinin zil çalmaya başlaması bundandır. Nitekim Suriye’de emperyalizmin Rusya ile çelişkisinin getirdiği fırsatı değerlendirerek Şam’da Emevî Camii’nde namaz kılmanın coşkusunu yaşadılar. Elbette ki emperyalizmin himayesinde sefere çıkıyoruz demiyorlar. “Millî cephenin sağlamlaştırılması”ndan dem vurup, “Türkiye Yüzyılı” hayalleri pazarlıyorlar. Bu pazarlama kampanyasına ahlaki bir meşruiyet kazandırmak için “İsrail’le savaş” sosu da ekliyorlar. İzledikleri politikalarla milleti paramparça ediyorlar, Türkiye’nin çöküşünü hızlandırıyorlar ve İsrail’le savaşmak bir yana Siyonizmin stratejik çıkarlarına asla dokunmuyorlar. Siyonizmin soykırımına mal ve petrol taşımayı sürdürüyorlar. İngiliz emperyalizmi ile yakın işbirliği içinde ve Trump’ın kolları altında İran’a karşı mevzilenerek emperyalizmin ve Siyonizmin oyununu oynuyorlar. Başlattıkları açılım da bu oyunun bir parçası.

PKK de kongre kararında Denizlerin idam sehpasındaki sözlerine yer veriyor; Türkiye’nin sol ve sosyalist güçlerine sürece destek görevi biçiyor. Ancak aktardıkları sözleri bile seçerken “kahrolsun emperyalizm” sözünü düşürüyorlar. Kongre kararında “3. Dünya Savaşı kapsamında Ortadoğu’da yaşanan güncel gelişmeler de Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılmaktadır” gibi iddialı bir ifade kullanıyorlar ama emperyalizm kavramından tek bir kez söz etmiyorlar. Öcalan’ın Devlet Bahçeli’ye her fırsatta teşekkür ettiği, bu teşekkürün artık her söz alan Dem Partili’nin konuşmasının bir parçası haline geldiği, faşist hareketin tarihsel partisinin liderine uzun ömürler dilendiği ortamda Hüseyin’in idam sehpasındaki “kahrolsun faşizm” haykırışı da kadraja girmiyor. Bu yıl 6 Mayıs’ta sadece muhalefet değil iktidar cenahından bile herkes üç fidanı anıyor ama kimse çıkıp Yusuf’un idam sehpasında haykırdığı gibi: “Biz halkımızın hizmetindeyiz, sizler Amerika’nın hizmetindesiniz” diye haykırmıyor! Bizler bugün yaşanan süreci Marksist yöntemle analiz eder, somut durumun somut tahliliyle ve sınıf mücadelesi temelinde tutumumuzu belirleriz, kendimize Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in ölüme giderken söyledikleri sözlerden görev biçeriz. İstibdadın, halkın barış umutlarını suistimal ederek Türk-Kürt yoksul emekçi gençlerini yayılmacı maceralara sürüklemesine karşı çıkarız. Kendi yönelişlerini meşrulaştırmak için sosyalizme çamur atılmasını, işçi sınıfının ve ezilenlerin iktidar olma mücadelesinin çağdışı ilan edilmesini kabul etmeyiz. Bu toprakların devrimcileri olarak Kürt ile Türkün, Türkçe ile Kürtçenin tam eşitliği davasına, halkların kardeşliğine ve enternasyonalizme bağlıyız.

 

 

petrol açılımı

Tutarlı anti-emperyalizm ile enternasyonalizm bölünmez bir bütündür. Türk şovenizmi ve sömürgeci milliyetçiliği ile Kürt hareketinin “ulus devletçi” ya da “reel” sosyalizm eleştirisi adı altında sınıf mücadelesiyle birlikte anti-emperyalizmden de kopan, çözüm için sadece emperyalizmin himayesini değil sömürgeci burjuvazilerle de ittifak koşullarını arayan yönelişleri emperyalizmin bölgesel planlarıyla buluşmaktadır. Enternasyonalist anti-emperyalist tutum ise yıllardır hem hâkim sınıflar tarafından bölücülükle suçlanmakta hem de Kürt hareketi ile mesafenin açılmasına neden olmaktadır. Oysa Kürt halkının eşitliğini savunan, Kürt ve Türk işçilerinin, emekçilerinin ortak sosyal, ekonomik ve siyasal menfaatlerini yansıtan politika enternasyonalist ve anti-emperyalist olmak zorundadır. Yaşanan sürece yönelik değerlendirmemizin ve tutumumuzun temeli de budur.  3. Dünya Savaşı kapsamında Batı Asya’da yaşanan güncel gelişmeler Kürt-Türk ilişkilerinin anti-emperyalist, anti-sömürgeci, devrimci ve enternasyonalist temelde, tüm Batı Asya halklarıyla kardeşlik hukukuyla düzenlenmesini gerektirmektedir. Gazze’de soykırım sürüyorken, Suriye’de etnik ve mezhepsel arındırma saldırıları devam ediyorken, tüm bölge emperyalistlerin, sömürgecilerin ve Siyonistlerin el birliği ile kardeş kavgasına sürükleniyorken, çözüm Batı Asya’yı emperyalist üs ve askerlerden, İsrail denen soykırımcı oluşumundan arındırmaktan, gerici, sömürgeci, işbirlikçi rejimleri yenilgiye uğratmaktan, Batı Asya Sosyalist Federasyonu’na doğru devrimci bir programla yürümekten geçiyor. 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2025 tarihli 189. sayısında yayınlanmıştır.